15 Ağustos 2012 Çarşamba

İnsanın insana ettiklerini görmenin bir yaşı var mıdır?

Sadako ve bin turna kuşu'nun hikayesini bilir misiniz? Geçenlerde bir arkadaşım paylaştığında şöyle bir düşündüm de, ben taa ilkokuldayken bir şiir kitabında okumuştum. Arkasından da Nazım'ın atom bombası ve savaş karşıtı şiirleri geliyordu.

Sadako, Hiroşima'ya atom bombası atıldığında henüz 2 yaşında bir kız çocuğudur. Radyasyon nedeniyle, 12 yaşına geldiğinde kansere yakalanır. Durumu ümitsizdir. Hastanede kendisi gibi kanser olan bir yaşlı kadın, ona eski bir japon efsanesini anlatır. Efsaneye göre, eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, bir dilek dileme hakkı olur. Küçük kız origamiyle kağıtan turna kuşları yapmaya başlar. Ancak sağlığı günden güne bozulur. Yerel ve uluslararası basında kendisiyle ilgili haberler çıkar. Ama küçük Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiştir. 644. turnayı tamamladıktan sonra hayata gözlerini yumar. Postacılar aylarca haberlerde duyanların gönderdiği kağıttan turna kuşlarını taşırlar hastaneye; ancak turnalar çok geç kalmıştır...


Bu hikaye, çocuk yüreğimi derinden sarsmış, TRT'de haftasonları yayınlanan bir programda kağıt katlayarak turna yapmayı öğrenmemle de olayın boyutu değişmişti.  Elime geçen her kağıtla turna yapmaya başlamıştım. Düşünmeden edemiyordum: Hastane odasında, ölüm döşeğinde bir kız çocuğu, altıyüz küsür turna katlamıştı. Dünyanın öbür ucunda... Ben doğmadan önce... Ama benim yaşımda... Acılar içinde... Birileri savaşıyor diye...

Şimdi de farklı bir boyutu kurcalıyor kafamı. Acaba çok mu erkendi bunları okumak için? İlkokulda Nazım'ı, ortaokulda Steinbeck'i okumak ne kadar normal? 

Acıları, yoksullukları... 

          Baskıyı, kini, zulmü... 

                    Savaşları, katliamları, köleliği, sömürüyü, işkenceyi, sürgünü... 

Çocuk aklı, çocuk yüreği kaldırabilir mi bunca hüznü? Derin izler mi bırakır yoksa ruhunda?

Mutlaka bilmeli çocuklarımız, görmeli, farkında olmalı bunda bir tereddütüm yok elbette ama ne zaman? Kaç yaşında? Ne kadarını???

Sorarım size:  
insanlığın ortak acılarına şahitlik etmenin; insanın insana ettiklerini görmenin bir yaşı var mıdır gerçekten?


2 Ağustos 2012 Perşembe

Bebekle gezmek

Betonun içinde büyüyor bugünün çocukları... Kendiliğinden yeşeren dağda bayırda değil de çocuk parklarında koşabiliyorlar yalnız. Arkadaşları ile sokakta saklambaç, dokuz kiremit, istop oynayacaklarına, bilgisayar oyunları oynuyorlar evden. Mısır saplarından bebek, ip makaralarından araba yapmıyor hiçbiri. Herşey önlerine hazır geliyor. Haftasonları alışveriş merkezlerinde herkes yaz kış... Ev, okul, alışveriş merkezi... Bu koca kent... Hep dört duvar...

Bu döngüyü kırmak için çırpınıyorum ben de. Okul öncesi dönemde ne kadar çok şey görürse gelişimine o kadar faydası olacağını düşünüyorum.

Tek bir yöntemi benimsedim aslında: farkındalığını arttırmak.

Bırakayım dokunsun, hissetsin dedim. Bebeklik dönemi için dokun, hisset temalı kitaplar vardı, onlardan aldım ilk iş. "Daha oturamayan bebeğe kitap mı alınırmış?" dediler aldırmadım... Doğan Egmont yayıncılıktan "Sualtı" vardı bizde örneğin. Bir de İş bankası yayınlarından "pisi kedi" serisi... Yumuşak, sert, kaygan, tırtıklı, pürüzlü, tüylü... Elbette çok eğleniyordu, çok da faydası oluyordu ama kitaplarla sınırlı kalmamalı hayat dedim bu sefer. Parkta ağacın gövdesine dokunmalı birlikte. Kedinin sırtına, çiçeğin yaprağına, portakalın kabuğuna, çamın kozalağına, taşa, toprağa...

Bana bu kadar olağan geleni gerçekleştirmek meğer ne zormuş. Aman ağzına götürür, aman mikrop kapar, aman tüy yapışır, kızım verme eline, onu yapma bunu yapma bıdı bıdı bıdı... Diş kaşıyıcısı yerine dolaptan çıkmış salatalık verdiğimde anladım ilk: bizim millet bebeği saksıda büyür sanıyormuş meğer.


Hadi bunu aştık bir şekilde de, gezelim görelim, bebeğimiz de bizimle birlikte gezsin dediğimde koptu kızılca kıyamet. Ege 5,5 aylıkken trekking'e gittik birlikte. Çocuğuna işkence yapan zalim anne muamelesi gördüm. Sırtımdaki çanta bu iş için üretilmiş bir çocuk taşıma çantasıydı ama insanlar sırt çantamı boşaltıp içine bebek tıkıştırmışım muamelesi yaptı.

Krem sürdün mü?  /  Sürdüm teyze. 
Ay kızım uykusu gelmiş yavrucağın.  /  Orda uyur o amca. 
Su ver yavrum.  /  Verdim merak etmeyin. 
Ay ya altına yaparsa.  /  Yedeği var elbet, değiştiriveririm. 
Ah yavrum uyumuş.   /  Bebek taşıma çantası bu, uyuyabilir içinde... 
Bir süre sonra cevap vermeyi kestim ben, bu sefer rehbere sardırdılar. "Çocuk perişan oldu dönsünler artık, zorlama" diye. Yahu bizim de onun da keyfi yerinde merak etmeyin desek de anlatamadık. Sanki rehberin organizasyonsuzluğu yüzünden yürüyormuşuz gibi bir izlenim yaratıldı bu sefer. İki saatlik yürüyüş sonrası ayrıldık ekipten ağaçların altında biraz da kendi kendimize vakit geçirdik. Ama tarihe geçtik diyebilirim. Yurtdışında olağan olan birşey için linç edilmeye ramak kalmıştı; ama olsun.


Şehir içi, şehirler arası derken, Ege'yle ilk yurt dışı seyahatimizi, kuzumuz 1,5 yaşındayken gerçekleştirdik. Yine deli gözüyle baktılar. Gittiğinizden birşey anlamazsınız, gezemesiniz, oralarda o yavrucak ne yer ne içer vs vs. Barselona'da 3 Madrid'de 3 gece olmak üzere Ege ile İspanya'yı fethettik geldik. Sefamız oldu...




Tamam, bebekle gezmek zor iş, ama imkansız değil. Yanınızda her türlü ihtiyaca cevap verecek bir sırt çantası bulundurmak gerek. Çantada neler bulunmalı? Bunu ayrıca yazarım bir ara ama düzgün hazırlanmış bir çantanız varsa, geriye sadece plan yapmak kalıyor... O arabasında uyurken müze gezip, gün içinde parka bahçeye vakit ayırıp, yemek yiyeceğiniz yerleri önceden seçer, rotanızı da bebek arabası ile yürüdüğünüz hıza göre hesaplarsanız her iki taraf için de keyifli oluyor gezmek...

Demem o ki, insanların lafına bakarsanız bebeğinizle eve kapanmanız an meselesi. Bebek bekleyen arkadaşlara ilk tavsiyem: bir sırt çantası edinin. Takın çocuğunuzu kolunuza, ve onunla bir kez daha keşfedin dünyayı. Dokunun, hissedin, koklayın, gezin, görün... Eve kapatmayın birbirinizi...

Çünkü,
    güne koşarken çocuklar, güne erkenden
    ya deniz ya da dağ kokmalı yolları